‘’Japonya’yı
bir kılıcın yarattığını söylerler. Eski tanrıların, bir mercan kılıcı, okyanusa
batırdıklarını ve çıkardıklarında dört mükemmel damlanın denize düştüğünü, bu
damlaların Japonya’nın adaları olduğunu söylerler. Ben Japonya’yı bir avuç
erkek yarattı diyorum. Hayatlarını unutulmuş bir kelime uğruna vermeye hazır
savaşçılar tarafından; Onur’’ diye başlıyor ‘’Son Samuray’’ filmi.
Yine bir tatil ve biz yine yollara düştük. Bu
sefer rotamız Japonya’nın başkenti Tokyo’ydu. Gitmeden önce bu zamana kadar
duyduğumuz Samuray, Ninja, Geyşa kavramları daha çok ilgi kaynağı oldu ve
yolculuk öncesi hafta sonu Son Samuray ve Bir Geyşanın Anıları filmlerini tekrardan
izledik.
Yıllarca hep duyduk, dinledik Japonların nasıl onurlu, saygılı, zeki
insanlar olduklarını. Defalarca gerek savaşlar gerek doğal afetlerle yerle bir
olduklarını ve her defasında yeniden küllerinden doğduklarını. Bu güzel ülkeye
soru işaretleri ile dolu olarak gittik.
Şangay’dan
(Shanghai) Tokyo 2,5 saat sürdü. Air China ve bir dolu şirket Tokyo’ya sefer
düzenliyor. Biz tercihimizi Star Alliance üyesi olan Air China’dan yana kullandık. Türkiye’den
gelmek isteyenler içinde yaklaşık 11 saatlik THY’nin Tokyo’ya direk seferleri
var. THY direk uçuşları pahalı bulanlar içinse aktarmalı uçuşlar mevcut.
Japonya, Türk Vatandaşlarından vize istemiyor, yalnız diğer vize istemeyen
ülkelere nazaran bir dolu prosedürden geçmeniz gerekiyor detayları anlatacağım.
Bir diğer husus ise Japonya seyahati
için diğerlerine nazaran biraz daha geniş bütçe ayırmış olmak.
1 Mayıs
İşçi ve Emekçi Bayramı Çin’de de resmi tatil. Bunu fırsat bilip Tokyo’ya attık
kendimizi. 30 Nisan gecesi Tokyo Narita Havalimanına ulaştık. Yine bagaj
beklemekle uğraşmamak için el bagajlarımızla yola çıkmıştık.
Uçakta dağıtılan
formları doldurup hemen pasaport kontrole yöneldik bu formda Japonyo’da
kalacağınız yerin adresini, kalış sürenizi, her hangi uygunsuz
davranışlarınızın olup olmadığını belirtmeniz gerekiyor. Pasaportta parmak izi fotoğraf ve geliş
amacımızı belirten diyaloglardan sonra onayları alıp bagaj kısmına yönlendirildik.
Bagaj kısmında da çıkış için başka bir form doldurmanız ve üzerinizde bulunan
nakit, yanınızda bulunan gümrük gerektiren eşyaların olup olmadığını
belirtmeniz gerekiyor. Bunun için gitmeden Japonya gümrük kurallarını okumakta
fayda var. Kapıda bekleyen güvenliğe
önce formlarımızı verdik, geldiğimiz ülkede ne için bulunduğumuzu, ne kadar
kalacağımızı, ne iş yaptığımızı sordular. Valizimizi açtırmadılar ama bizim
önümüzde ki diğer yabancıların valizlerini açtıklarını gördüm. Narita Havalimanın giriş bölümünde Duty Free
yok. Kapıdan çıkar çıkmaz Exchange ofisleri var. 100yen= 1 Dolar’a denk
geliyor. Alış veriş yaparken ya da diğer harcamalarda bunu dikkate almak işleri
daha da kolaylaştırdı. Gitmeden yaptığım araştırmalarda şehir içinde Exchange
ofisleri bulmanın kolay olmadığını okumuştum bu yüzden işimizi garantiye alıp
1000dolar bozdurduk. Ofis çalışanı paramızı verdikten sonra geleneksel
selamlarını vermek için ayağı kalktı ve eğilerek bizi selamladı bu selamın
Tokyo’da çok yaygın olarak kullanıldığına tanık olduk. Para sorununu hallettikten sonra aşağı kattaki
Tokyo Station’a gideceğimiz tren için bilet almak oldu. Nex firmasına ait Jr
hatlarından bilet aldık. Aynı satış ofisinden Tokyo’daki metro, otobüs ve Seven
Eleven marketlerde geçerli olan Suica isimli kartları da temin ettik.
Japonyo’da metro hatları inanılmaz gelişmiş hemen hemen her noktaya metro ile
ulaşmanız mümkün. Hatlar arasında en rahat yolculuğu ise suica kartlarla
sağlıyorsunuz. 500yen=5 dolar depozito ücreti alıyorlar kartlar için iade
ettiğinizde bunu geri alıyorsunuz. İlk etapta 2000yen=20 dolarlık kartlar aldık
bitince 20’şer dolar daha yükledik. Pasaportunuzu göstermeniz şartı ile
Narita’dan Tokyo Station’na giden tren biletleri ise 30 dolardan 15 dolara
düşüyor. Yalnız bu sadece Narita’dan Tokyo Station’a olan hat için geçerli.
Geri dönüş için kişi başı ücret 30 dolardı. Satış ofisinde çalışan bayan gayet
akıcı İngilizce konuşup yardım etmek için elinden geleni yaptı. Hatta
‘’Japonya’ya Hoşgeldiniz’’ diyerek bize hoş bir jest de yaptı. Biz en hızlı treni seçip 30 dolar ödemeyi
tercih ettik çünkü havalimanından şehir merkezine ulaşım biraz zahmetli en
hızlı 60dk da ulaşabiliyorsunuz. Otel
seçerken Narita’da bölgesinde bulunan otellerin daha konforlu ve hemen hemen
aynı fiyata olduklarını görmüş metro sistemine güvenip acaba buradan mı tercih
etsek diye düşünmüştük fakat ulaşım fiyatlarını gördükten sonra kıl payı
kurtulmuş olduğumuzu fark ettim.
Otelimiz Ginza’ya çok yakın bir lokasyondaydı. Yine Agoda.com’dan
otelimizi ayarladık. Gecelik yaklaşık 250TL ödedik. Sotetsu Fresa Inn
Nihombashi-Kayabacho otel Tokyo’da bir zincir bizde ilk etapta bir
karışıklık yaşadık ve bizimkine 1 km uzaklıktaki şubesine gittik yağmur hafif
atıştırıyordu fakat tam doğru adresi alıp otelden çıkar çıkmaz sicim gibi
yağmur bastırdı.
Ve taksiler de yakın mesafe olduğu için bizi almadılar. Otele
vardığımızda sırılsıklam ıslanmıştık bu da bizi Tokyo’nun bereketi ile
karşılaması oldu. Otele giriş işleri bitince yukarı çıktık.
Oda yaklaşık 8
metrekare olmasına rağmen tertemiz ve konforluydu. Elektrik için dönüştürücü
kullanmanız gerekiyor otelden 5.4 dolara satın aldık. Gece yarısı olduğu için restaurantlar
kapalıydı bizde otelin hemen yakınında ki Seven-Eleven’dan bir şeyler aldık. 1
kola 2 içecek bir cips ve atıştıracak ufak çaplı yemeğe 2243yen=22,5 dolar
ödedik.
1. Gün
Oteli bu sefer kahvaltı dâhil aldık. Bu zamana kadar
karşılaştığım en başarılı ve pratik kahvaltıydı açıkçası. Bir kase salata, kruvasan ya da tost ekmeği,
yumurta, reçel ve bir içecek (kahve, çay, portakal, greyfurt vs. suyu)kısacası
bütün dünya milletlerine uygun bir kahvaltıydı.
Otelin hemen karşısında
Kayabacho Station’dan yola başladık. Yamanote Line’da ki Harajuku Station’a
gittik. İlk durağımız sosyetenin kalbi Harajuku caddesine çıkıp ordan Meijin
Temple geçmekti. Metro biletleri tek yön yaklaşık 2 dolar ve eğer suica
kartınız yoksa her duraktan tek tek bilet kesmeniz gerekiyor bu da hem zaman
kaybı hem de daha maliyetli olduğu kanaatindeyim. Harajuku’da yan yana dünyanın
en popüler ve en pahalı mağzalarının collezione muamelesi gördüğüne şahit olmak
enteresandı. İnsanlar popcorn almak için gayet medenice ve uzun kuyruklara
rağmen sakince sıra bekleyişleri oldukça şaşırttı. Harajuku caddesinin sonunda
Takershita Dori Sokağı Emo ve Gotik akımlarının çok popüler olduğu Japonyo’da
gençlerin sıra dışı kıyafetlerini buldukları sokak.
Söyle bir göz atıp oyuncak
bebek gibi giyinmiş kızları-oğlanları görüp yolumuza devam ettik. Meiji Temple
ormanın içerisindeydi. Alabildiğine yeşillin içerisinde yürüdük. Eğer görmek
isterseniz ormanın içerisinde 5 dolara girebileceğiniz özel bahçeler vardı. Biz
girmedik. Tapınak yolunda Sake(Geleneksel Japon içkisi) ve Pirinç şarabı
fıçılarının olduğu bir platform da vardı.
Japonya’da ki tapınakların
girişlerinde elinizi ve ağzınızı yıkamanız için bir çeşme bulunuyordu.
Meijin Tapınağında görünürde bir buda heykeli
ya da başka bir tanrı figürü yoktu onun yerine insanlar bina içindeki boşluğa
doğru dua ediyorlardı.
Etrafta bilgi verici bir tabela da yoktu. Dönüşte bir
düğün fotoğraf çekimine rastladık. Tokyo’ya gitmeden telefonun navigasyonundan
adresleri işaretlemiştik. Meiji’nin birkaç kilometre ilerisinde Tokyo Cami’nin
olduğunu biliyorduk oraya doğru yürüdük. Yolda 1 Mayıs kortejine rastladık. İnsanlar
alanın içinde piknik yapıyor, sohbet edip alkol alıyorlardı. Kimsenin kimseye
zararı olmadan geçirilen bir festival havasındaydı ortam.
Tokyo Cami, Türkler tarafından yaptırılmış
gayet muazzam bir cami idi. Kapısında yemek kursu verildiğini de okudum. Bir
şehri tanımanın en güzel yollarından birisi yürüyerek gezmek diye düşünüyorum. Bu
yürüyüşler sırasında Tokyo’daki düzen ve temizliğe şahit oldum.
Sokaklarda köşe
başı çöp kutusu olmamasına rağmen caddelerin temizliği ve düzeni takdire
şayandı. Sanki bütün şehrin her köşesine Airwick spreyleri yerleştirilmiş gibi
çiçek kokuyordu. Metrolar, taksiler, sokaklar, düzen, insanların birbirine
saygısı, evet yeryüzünde hala umut var dedirtecek cinstendi. Yeni durağımız
Shibuya bölgesiydi. Yamanote Line’daki
Shibuyu station. Burada 109
isimle çok ünlü bir AVM var alışveriş yapmak isteyenler için, bizim buraya
gitme sebebimiz ise 109’un önünde bulunan kavşağı izlemekti. Bu kavşaktan bazı
zamanlar 15,000 insanın aynı anda geçtiğine şahit olabiliniyormuş. Bir nevi
seyir terası muamelesi gören Starbucks’ın ikinci kattaki yerini aldık.
Hem öğle
yemeği için hem de insanların telaşını izlemek için oturduk. 2 soğuk kahve 2 de
sandviç için 2700yen= 27 dolar ödedik. Dinlendikten sonra yeni durağımız
Japonya’nın en ünlü birası olan Yebisu Bira Müze’siydi. Bunun için Yamanote
Line’da ki Ebisu Station’a gittik.
Buradan çıkıp GPS yardımı ile biraz yürüyüp Beer Station isimli bahçeye geldik.
Müze bu bahçenin içindeydi. Müzeye giriş
ücretsiz.
İçerde tanıtım turuna katılmak isterseniz 5 dolar kişi başı. Müzeyi
turladıktan sonra tadım köşesinde ham, kokteyl ve klasik olmak üzere üçlü bir
set aldık.
12 dolar. Yanında atıştırmak için turşu, kraker ve bir balık çeşidi
verdiler. Biralar gayet lezizdi. 3’lü seti bitirip yorgunluğun şerefine bir 3’lü
daha aldık. Yan masamızda oturan bir Japon ise bir 6’lı set alıp bir gurme
edası ile tek tek tadına bakıp derin düşüncelere daldı ve en beğendiğinden gidip
tekrar aldı bu azmi takdiri hak etti elbette.
Müzenin içerisinde birde
hediyelik eşya kısmı var, oradan çerez aldım fakat aldığınız şeyleri müze
içerisinde kullanamamanız gibi bir kural var. Müzeden sonra Japonların
dönüştüremedikleri çöplerinden doldurarak yaptıkları ve üzerine bir AVM ve eğlence parkı kurulmuş ada olan Odaiba
bölgesine gittik. Yolda yanlış hesaplamalardan dolayı oldukça sapa bir bölgeye
gittik. Metro istasyonundan çok ters bir bölgede olduğumuz ve yürüyecek halimiz
kalmadığı için taksiye binip gittik. Tokyo’da taksilerin açılış ücreti 7.2
dolar ve 2 km sonra her km için 9 dolar. Yaklaşık 5 km’lik bir mesafe için
yaklaşık 29 dolar ödeyerek Odaiba bölgesine ulaştık. Japonya’da bloglarda
yazılanların aksine bir çok yerde Visa Kart geçiyordu, bindiğimiz takside bile
Visa Kart geçerliydi. Odaiba’da Rainbow
köprüsünü, Özgürlük Anıtını, Dev Robot heykelini ve dönme dolaba binip Tokyo
silüetini görebilirsiniz.
Bizim gittiğimiz gün bira şenliği de vardı. Biraz biz
de oturup dinlenip Tokyo Planet olarak geçen 100m yükseklikteki dönme dolaba
gittik. Bir tur 16 dakika sürdü. 9.8 dolar kişi başı.
Aomi Station buraya en
yakın istasyon. Akşam yemeği için Japonların ünlü konsept çılgınlığına uyup
Vampire Cafe’ye gittik. Burası Ginza’nın ara sokaklarında bir plazanın
içerisinde. (La Paix Building 7F 6-7-7 Ginza Chuou-Ku) GPS yardımı ile
restaurantı bulduk.
Asansör direk restaurantın içine çıkıyor. Kapı açılır
açılmaz çığlıklar ve internetten resmini bulduğum bu gotik vampir ve
hizmetçileri kapıda karşıladı.
İçerisi çok karanlık ve inanılmaz kasvetliydi.
İşlerini gayet ciddi alarak servis yapan kostümlü garsonlar gerçekten insanın içini
ürpertiyordu. Konseptleri çok başarılıydı. Yemek olarak az pişmiş biftek, tavuk
ve deniz tabağı söyledik. İçecek olarak da birer kadeh özel şaraplarından Sweet
Dracula ve Kırmızı Merlot Şarap söyledik.
Hesap 6400yen = 64 dolar servis
sırasında her şey çok kasvetliydi hatta tavuk siparişimiz alevler içinde geldi.
Yemekten sonra yorgunluk hat safhaya ulaştığından otele geri döndük.
2.
Gün
Sabah kahvaltıdan
sonra National Museum of Nature and Science gittik.(Ueno Station, Yamanote
Line, Shinobazu Exit) Ueno parkın içinden geçip Müzeye ulaşılıyor. Tokyo
National Museum ile yan yana. Giriş ücreti kişi başı 600yen= 6 dolar. İçeride
aklınıza gelebilecek her türlü doğa ve bilim adına çalışmaları ve örneklerin
sergisi vardı.
Müzenin içerisinde Global Science kısmında deneme yapılabilen
makineler de vardı, en ilginç olanı ise müze içerisindeki 360 isimli gösterim
salonunda 10dakikalık kısa film çok etkileyici idi. Gösteriyi izlemek için
yuvarlak bir odaya girip köprünün üzerinde yerimizi aldık. Film başladığında havada
asılı hissi veren, kaç boyut olduğunu bilmediğim teknoloji eşliğinde insanlık
tarihi ile ilgili bir film izledik.
Birkaç saat müzede dolaştıktan sonra
Asakusa, Eski Tokyo olarak bilinen, geleneksel mimari ve kültürün görülebildiği
bölgeye geçtik. Sensoji Temple da burada.
Asakusa Station’dan çıkar çıkmaz
sokağın atmosferi birden etrafınızı sarı veriyor.
Hediyelik eşya satan dükkânları
görebileceğiniz sanırım tek yer burası. Asakusa’ya ulaştığımızda öğle vaktini
geçmişti yemek için yerel restaurantlara şöyle biraz bakınırken, İnsanların yemek
için girdikleri kuyrukları görünce ilk müsait olan deniz ürünleri restaurantına
oturduk.
İyi ki oturduk dedik. Menümüzde Sushi vardı. Barın arkasındaki
elemanlar titizlikle Sushileri hazırlayıp servise sundular. İzlemek oldukça
keyifliydi. 8’li sushi, yosunlu noddle, balıklı pilav 2 kadeh Sake için
3200yen= 32 dolar ödedik.
Sake servisi kocaman bir şişeden yapıldı. Tek hamlede
bitirmeniz gerekiyor. Bu bir Sake adabıymış. Fondip!!
Yemek müthiş keyifli ve
lezzetliydi gayet memnun ayrıldık mekândan. Mağazaları biraz turladık, bize
enteresan gelen pek bir şey bulamadım, belki Çin’de yaşadığımız ve Uzakdoğu
tarzına çok alışık olduğumuz içindir. Hediyelik eşyalar 5 dolardan başlıyor. Sensoji Temple, bu zamana kadar gördüğüm en
kalabalık tapınaktı.
Orda olduğumuz zamanda dini törene de denk geldik. Bu
kadar kalabalığa rağmen insanlar birbirini rahatsız etmeden, sıkmadan hareket
edebiliyorlardı. Tapınağa giden yolda çeşitli atıştırmalıkların satıldığı stantlar
vardı.
Bizde 5 dolara bir Ice Burger aldık. Ve afiyetle yedik.
Bir gün önce ayak tabanlarımız su toplayana
kadar yürüdüğümüz için (mübalağ değil hakikattir eşimin ayak tabanları gün
sonunda su toplamıştı) günü bitirmek ve akşam yemeğini yemek için Roppongi
bölgesindeki Hard Rock Cafe’ye gittik.
Saat 18.00’den(Happy Hours) önce orda
olduğumuz için ilk biralar %50 indirimli geldi. 6 draft bira, 1 patates
kızartması, 1 Legend Burger, 1 Grill Salmon 11321yen=113dolar. Koleksiyon için
1 adet Hard Rock Tokyo Magnet 15 dolar ödedik. Ertesi sabah erkenden Tsukiji
Balık Pazarına gidip Tuna Balıklarının satışını izlemek olduğu için geceyi çok
uzatmadan otele döndük.
Roppongi'den dönerken meşhur 100yen Shop'a girdik. Bizim Ne alırsan 1TL formatında.
3.
Gün
Japonya’ya dair okuduğum bütün yazılarda Tsukiji balık
pazarındaki balık satışlarının mutlaka görülmesi gerektiğini okumuştum fakat
Japon Resmi siteleri ise bunun bir turistik aktivite olmadığını yinede katılmak
istiyorsak sabah 5ten önce orda olmamız gerektiği ve ilk gelen 60 kişiyi
aldıklarını okudum. Bu durumda 5’te başlayan satışlar için sabah 4,50 gibi
Tsukiji Balık Pazarı’nda olmamız gerektiğini düşündük. Otelimiz buraya 1,5-2 km
mesafede olduğu için sabah yürüyerek gittik 4.30’da otelden ayrıldık.
Metrolar
o saate çalışmıyor. Tek seçenek Taksi ya da bizim gibi yürüyüş. Balık pazarının
oraya yaklaştığımızda etrafta 2’li 3’lü turist grupları belirmeye başladı. Tamamen
ulaştığımızda ise kötü bir süpriz ile karşılaştık. Normalde sadece Pazar
günleri kapalı olan Pazar, 1 Mayıs resmi tatilinin Çin’de ki gibi kaydırılması
ile cumartesiden kapanmıştı. Yine biz yürüyerek geldiğimiz için sorun olmadı
ama başka bölgelerden Taksi ile gelenlerin moralleri pek bozuldu.
Japonya’da
Taksi ücretlerinin fena can sıkıcı olduğunu söylemiştim. Sushi’yi ne kadar
sevsek de sabah o saate yemek pek mide dostu olmayacağı için biraz etrafı
dolaşıp Kahvaltı için Otele döndük.
Balık Pazarının yanında bir de Budist
Tapınağı vardı fakat daha önce gördüğüm bütün tapınaklardan farklıydı.
Sabah
çok erken olduğu içinse sadece bakıp geçtik. Otelde kahvaltıyı beklerken Tv’i
biraz karıştırdım, 5-6 kanalın İngilizce eğitim programı düzenlediklerini gördüm.
Bence çok başarılı bir sistem. Kahvaltıdan sonra, sezonu kaçırdığımız için Sumo
maçına gidemezdik fakat Sumo müzesine gidebiliriz diye düşünürken çok önemli
bir şeyi atladığımı fark ettim. Sumo müzesi cumartesileri kapalıydı. Daha
önceden resepsiyondan Sumo ile ilgili alternatif ne yapabiliriz diye sormuştuk,
o da sabah 7,30 ile 10 arasında olan antrenmanlarından bahsetmişti fakat bunun
içinde akşam 4 ile 8 arası arayıp ertesi gün antrenman olup olmadığını sormanız
gerekiyor bizim bunun için zamanımız olmadığı için şansımıza diyerek düştük
yola. Adres Shinjuku Line, Hamacho Station Exit A2 bu çıkış bizi çok hoş bir
parkın içerisine çıkardı dümdüz devam edip ana caddeden sola döndük birkaç blok
geçtikten sonra ara sokaktaki kalabalığı fark edip sokağa daldık biraz
ilerleyince de sokakta ısınma hareketleri yapan Sumocuları görünce doğru yerde
olduğumuzu anladık. Bizim gibi antrenmanı izlemeye gelmiş birçok kişi sessizce
camın arkasından ve kapıdan takip etti.
İçerde oturmak için sıralar var fakat
bu kısma yabancılar alınmıyor. Sumo maçlarının bu kadar sert olduğunu hiç
düşünmemiştim. Yanımızda geçen sumo güreşçilerinin vücutlarında ki yara bereleri
görünce insanın içi kalkıyor. Maç esnasındaki çarpışmalara tanıklık edince
dehşete düşmemek elde değildi.
Antrenmanın bitmesine yakın Zozo-Ji Temple
gitmek için yola çıktık.
Zozo-ji Temple Wolverine filminin çekildiği tapınak.
Tokyo Tower’la da dip dibe Adres: Oedo Line, Akabanebashi Station, Akabanebashi
Exit çıkıp kuleye doğru 5 dk kadar yürüdük. Zozo-ji oldukça ferah ve aydınlık
bir tapınaktı bahçesinde küçük bebek heykelleri vardı fakat bunun ne anlama
geldiğini oradayken öğrenemedim(Çocuk Mezarlığı olduğu yazıyor internette
kaynaklar).
Tokyo Tower’a isterseniz
çıkabiliyorsunuz, bunun için 600-1000Yen arası bir giriş ücreti ödemeniz
gerekiyor. Sanırım görüp görebileceğimiz en güzel manzarayı Odaiba’da ki dönme
dolapta gördüğümüz için hiç ilgimizi çekmedi kuleye çıkmak. Tapınakta işimiz
bitince gelirken gördüğümüz Starbucks’a oturduk. Kahve içip ayılma vaktiydi. 2
kahve birde avokadolu sandviç aldık velev ki güne hayli erken başlamıştık. Ben
buradan bir de Tokyo temalı bir bardak aldım kendime 25 dolar yiyecekler 13
Dolarda Kupaya ödedim fakat son gece valizi toplarken kupamı bir güzel kırdım.
Starbuks’ta otururken öğle yemeği için Konsept
restaurantlardan bir diğeri olan Tekneye gidelim dedik. Zauo Restaurant Tokyo
Goverment Building yakınlarında olan Washington Otelin birinci katında. Kocaman
bir havuzun içerisine oturtulmuş bir tekne, tekne üzerinde ve havuzun yanında
yer masaları olan enteresan bir başka mekân burası.
Burada yemek bir nevi oyun
kıvamındaydı. Oltalarımızla havuza “gidiyor orda yakaladığımız balığı garsonlara
veriyoruz ve nasıl pişmesini istersek ona göre sipariş veriyoruz. Biraz uğraşıp
pes ettim. Onun yerine Sushi, ahtapot, karides söyledik. Yanına bir şişe Sake
bir de bira söyledik. Hesap 38 dolar tuttu.
Yemek sonrası İmparatorluk sarayını
görmeye gittik. Marunouchi Line Otemachi Station, Saray bahçesi çok geniş zaten
sadece bahçesinde dolaşma izni var. Saray bölümlerine hanedan kısımlarına giriş
kapalıydı.
Biraz saray bahçesinde birazda etraftaki alışveriş merkezlerinde
dolaştık. Lükste sınır tanımayan bir AVM anlayışları vardı. Akşam için daha
önceden rezervasyon yaptırdığımız Robot restauranta gittik. Robot restaurant, bir tür Show merkezi koca
koca uzaktan kumandalı oyuncakların, çılgın kızların ve içinde insan olan
Robotların hazırladığı gösteriyi izleyebileceğiniz enteresan diğer mekânlardan
bir diğeriydi.
Giriş yemeksiz kişi başı 60 dolar, yemekli 70 dolar. Bira 5
dolar. Biz yemekli olanı tercih ettik. Bu mekana rezervasyonsuz gidemiyorsunuz.
Mutlaka önceden arayıp yer ayırtmanız gerekiyor. Gösterinin 70 dolara değip
değmeyeceği kişiye göre değişen bir kavram olduğu için bu konuda yorum yapmak
istemiyorum fakat gayet keyifli ve eğlenceliydi. Çocuklu aileler için pek uygun
değil!
Robot Restaurant Shinjuku’da.
Gösteri çıkışı biraz etrafta takılıp otele döndük.
4.
Gün
Son günümüzü Ünlü Japon Animasyon yazarı Hayao Miyazaki’nin
yönetmen arkadaşı ile kurduğu Ghibli Müzesi (Japonya’nın Walt Disney’i olarak
da biliniyor) ve Ninja Asaka Restauranta gitmek üzere planlamıştık. Fakat evde
ki hesap çarşıya uymadı. Japonya’da gitmeyi planladığınız yerler için
rezervasyon yaptırmanız şart, bazı mekânlar için biz de yaptırmıştık fakat
durumun bu kadar ciddi olduğunu son gün fark ettik. Ghibli müzesi için Tokyo’da
çok yaygın olan Lawson Marketlerden günler öncesinden biletimizi almamız
gerekiyormuş (müzede bilet satılmıyor). Son güne kaldığı için bilet bulamadık.
Bilet bulamayınca hemen otele geri dönüp Ninja Asaka Restaurantı aratıp
rezervasyon yapalım dedik ki orda da yer olmadığını öğrendik. Otel lobisinde
biraz durup düşünüp meşhur Chery Blooms (Sakura) mevsimin sonu olmasına rağmen
bir umut görebiliriz diye Sumida Parka gidelim dedik. Önce Tokyo stationdaki
alışveriş merkezinde sonra da yeraltı AVM’lerinde gezip dolaşıp yorulduk öğle
yemeği için gün yüzüne çıkmadan yine yer altında ki bir yerel restauranta
oturduk.
Ocak başı tarzında olan bu restaurantta biftek ve tavuktan oluşan bir set menü yedik
hesap 35 dolar. Yemekten sonra metroya binip Asakusa Stationdan çıkıp nehir
kenarına doğru yürüyüp parka ulaştık. Ve Son Sakura’yı da dalında görme şansına
ulaştık.
Parkın içerisinde Japonların Starbucks’ı Tully’s Coffe’de oturup
kirazlı karsambaç gibi bir şeyler yedik. Buradan Skytree ve Bira fabrikası
olduğunu zannettiğim binayı çok rahat görebilirsiniz.
Shinjuku haftasonları
trafiğe kapatılır gidip özgürce sokaklarda yürüdük, Waffle benzeri tatlıları
mideye indirdik (10 dolar) Son olarak ayrılmadan Roppongi’de ki TGI Friday’e
yemeğe gittik.
Burada biraz batı mutfağını özlemimizi giderelim dedik ve Jack
Daniels’li tavuk ve Beef Burger söyledik 2 bira eşliğinde hesap 66,29 dolar
ödedik.
Yemek, içmek, eğlenmek derken bir tatil daha bitti. Tokyo hayalleri
süsleyecek yaşam kalitesine, seyahatten soğutacak kadar hayat pahalılığına
sahipti. Tabi bu pahalılık Japonları etkilemese bile ziyaret etmek isteyenler
için son derece önemli. Havalimanından ayrılmadan 1000dolardan geriye
kalanlarla Babalarımıza ve kendimize 3 şişe Sake, birde kırılan bardağımın
yerine bir kupa aldık ve 85 dolar ödedik. Sonuç; Geldik, gezdik, gördük çok beğendik, ideal bir
millet olmalarına ise fena halde imrendik.
Bu saygı, hoş görü, düzen, anlayış, gelişmişlik bize ve tüm milletlere
de bulaşır ümidi ile…