11 Şubat 2012 Cumartesi

Şanlıurfa

ŞANLIURFA

Şanlıurfa, nam-ı diğer Peygamberler Şehri, Türkiye’nin tarih kokan şehirlerinden biridir. Abimleri ziyarete gittiğimiz bir hafta sonu Urfa’ya gitmeye karar verdik. Günübirlik bir ziyaret olacağı için hemen ön araştırmaları tamamlayıp ertesi sabah 7’de Kahramanmaraş’tan hareket ettik. 1,5 saatlik keyifli bir yolculuk sonrası Şanlıurfa sınırlarına girmiştik. İlk durağımız şehir merkezine 20 km uzaklıktaki, bilinen tarihi değiştiren Göbekli Tepe. Şanlıurfa, turizmi kullanmak konusunda son derece başarılı. Şehir içerisindeki yön haritaları gitmek istediğiniz yeri elinizle koymuş gibi bulduruyor. 




Göbekli Tepe yolu biraz sıkıntılı, yolun yarısı toprak ve yolun ıssızlığı da cabası. Ne kadar tedirgin olmak istemesek de buna engel olamıyoruz. Ipıssız yolun sonunda mavi gökyüzü ile buluşmuş kazı alanı ile karşılaşıyoruz


Ulaşımı biraz sıkıntılı olsa da mabedin olduğu bölgeye geldiğinizde gördükleriniz ile aklınız karmaşık bir hale gelebiliyor. Buradaki kazılar sonucu çıkan eserlerin M.Ö. 11 bin yıllarına dayanan tapınak kalıntıları olduğu bilgisini panolardan okuyoruz. 



Tepede 24 saat bir bekçi de bulunuyor. Her ne kadar yaşlanmış olsa da her adımınızda gölge gibi peşinizde. Şehirden uzak olduğu için ziyaretçileri de çok yoğun değil. 





 Mabedin yanında kime ait olduğu bilinmeyen bir de mezar var. 



Manzarası şahane doğrusu.



 İlgilenenler için de girişte de develer vardı. Biz uzaktan seviyor, sonra yolumuza devam ediyoruz.



Yeni durağımız Eyüp Peygamber’in mezarı. Viran şehir yakınlarında, Eyüp Nebi Beldesi’nde bir cami içerisinde bulunuyor. 



Şehir merkezinden buraya kadar yön tabelaları hizmetinizde. Şanlıurfa’da geleneksel kıyafetleri giyen hanımları, beyleri burada daha sık görebiliyorsunuz.




   İnsanlar dua etmek için ve caminin avlusunda bulunan şifalı sudan derman bulabilmek için Eyüp Peygamber’i sıkça ziyarete geliyorlar. Türbe çok kalabalıktı ama yine de mezarının yanına kadar iniyoruz.



 Türbenin içerisinde ibadet etmeye çalışan çoğunluğu yaşlı insanlar içeride sıkışıklığa sebep oluyorlar. Caminin bahçesinde dolaşıyoruz, şifalı olduğu belirtilen sudan biz de içiyoruz.




Çıkışta evden hazırladığımız börekleri çörekleri bir güzel yiyip hazır Viran Şehre kadar gelmişken Şanlıurfa’nın güneydoğusundaki Harran ilçesinin yolunu tutuyoruz. Harran, Şanlıurfa’nın halen kubbeli evleri ile kültürünü devam ettiren ilçesi. İlçenin içerisindeki  Harran Kalesi ve ilk İslami Üniversite olan Harran Üniversitesi kalıntılarını gezdik.


Son derece acemi koruma çalışmalarına karşı Kale, hala ayakta ve tüm ihtişamıyla karşımızdaydı. Küçük bir ücret karşılığı kaleyi ziyaret ediyoruz. 



Etrafta bir şeyler anlatıp para kazanmaya çalışan çocukları Kale’nin hem güvenlikçisi hem bilet kesen personeli hem otoparkçısı olan tek çalışanı kovalamaya çalışıyor olsa da nafile her yerden karınca gibi çıkıyorlar. 





Kale turunu tamamladıktan sonra Harran’da yaşayan girişimci bir vatandaşımızın açtığı Harran Kültür Evi'ne gidiyoruz. Burası kubbeli eski bir ev iken şimdilerde Harran kültürünü tanıtım amaçlı bir kafeye dönüşmüş.



İçeride geleneksel kıyafetlerden, ev eşyalarına, çanak çömleğe kadar pek çok aksesuar var. Giriş ücretsiz, içeriden bir şeyler almak ya da bahçedeki avluda oturup bir şeyler içmek zorunda değilsiniz. Biz de merakla içerilere göz atıyoruz.



 Günlük turlar bu eve uğramadan Harran’ı terk etmiyor, bu nedenle ziyaretçileri hiç eksik olmuyor. 



Harran’dan dönerken pamuk tarlalarının güzelliği göz kamaştırıyor. Bir Adanalı olarak da aslında içimi acıtıyor. Biz bu tarlaları görmeyeli artık yıllar oluyor sanırım.




 Yeni rotamız Balıklı Göl ve Urfa Kalesi. Balıklı gölün hikâyesini bilmeyenimiz yoktur. Nemrut’un putlarını kıran Hz İbrahim’in, büyük bir ateş yakılıp mancınıklarla ateşe atılması ile ateşin bir anda suya, odunların da balıklara dönüştüğü bu yerin suyu ve balıkları halen varlıklarını sürdürmektedir biz de son ziyaret noktamız olan balıklı göle giderken şehrin dar sokaklarından ve yüksek duvarlarla kaplı yollarından geçiyoruz. 



Evlerin hiç biri dışarıdan görünmüyor, koca koca demir kapıların ardında neler var hiçbir şey göremiyoruz. Gölün olduğu yere yaklaştıkça trafik korkunç bir hal alıyor. İnanılmaz kalabalık arabayı ilk bulduğumuz yere bırakıyor ve yürüyerek devam ediyoruz. Balıklı Göl, kocaman bir bahçenin ortasında buluyor. 






Tertemiz bir havuzu andıran bu yerde belki milyonlarca balık, ziyaretçilerin attığı yemlere ulaşabilmek için birbirinin üzerine çıkıyor.


Biz de hemen yemleri kapıyor, bu güzel ve kutsal balıkları besliyoruz.



Balıklı Göl’ün hemen yukarısında Şanlıurfa Kalesi yer alıyor güneş batmadan yukarı çıkıyoruz. Kale bir tepenin üzerine kurulu olduğu için nefes nefese çıkıyoruz. Giriş ücretli. 


Kalenin manzarası ise muazzam, bütün Urfa ayaklarımızın altında. Manzarayı seyre dururken bir yandan şehrin bütün uğultusu kulaklarımızda. Kalenin üzerinde Hz.İbrahim’i ateşe atan mancınıkların temsili anıt olarak yıllar önce dikilmiş tarihi mancınıklar var.




  Kaleden aşağı iniş için kalenin içinden geçen tüneli tercih ediyoruz. Açıkçası çok dik merdivenlerin olduğu bu tünel güvenlik açısından pek uygun değil.




Hazır buralara kadar gelmişken yemek yemeden dönmek olmaz deyip kalenin altındaki Çift Mağara adlı Urfa’nın çok ünlü restaurantına giriyoruz. Burası iki mağaranın birleştirilmesiyle oluşturulmuş bir restaurant. Masalar dolu olduğu için şark köşelerine geçiyoruz. Mekânın dekorasyonu müthiş, rahatsız etmeyen bir müzik samimi bir ortam izlenimini veriyor, fakat servisi ve sunduğu hizmete gelince içler acısı. Ana yemek olarak Kebap söylüyoruz, yanına salatalar ve ayranlar geliyor.


Urfa’ya gelip çiğköfte yemeden olmaz tam sipariş vermek isterken garson grup olmazsanız servis çıkarmıyoruz diyor nasıl olur derken tatlı siparişi vermek istiyoruz aynı engelle burada da karşılaşıyoruz garsonun çözüm önerisi yok tek söylediği ya grup olacak ya da bir tepsi sipariş vereceksiniz. Hayatımda böyle saçma bir uygulama görmedim 4 kişi yeterli gelmiyor garson için. Velhasıl tatlı olarak porsiyon olarak verebileceği tek seçeneğin Şıllık ismindeki yöresel tatlıları olduğunu söylüyor.  



Yöresel lezzetlere saygımız büyük ama tatlıyı pek beğenmiyoruz. Yemeklerse tam bir hüsran. Garsonların kötü gününe mi geldik bilmiyorum ama servis yaparken ve sipariş alırkenki tutumları çok kötüydü. Yemek sonrası yine Urfa’nın geleneksel tatlarından olan Mırra isimli kahveyi denemek istiyoruz, başka bir garson servis için geliyor. Nasıl içildiğini, ne anlama geldiğini, neden önemli olduğunu, yapmamız ve yapmamamız gereken şeyleri anlatmadan servise başlıyor ve sonunda gayet anlamsız ve suratsız bir simayla kahve içme şeklimize çeşitli anlamlar katarak bahşiş vermemizi ya da onu evlendirmemiz gerektiğini söylüyor ve bunda ısrarcı davranıp bahşiş bekliyor. Her zaman sunulan hizmetlere saygı duyar ve bahşiş konusunda düşünceli davranırız lakin böyle kötü bir hizmetin üzerine tutup da zorla bahşiş alınmaya çalışılması çok çirkindi. Hesabın geç gelmesi de cabası oldu. Son derece memnuniyetsiz kalkıyoruz Çift Mağara isimli mekândan. Dışarı çıktığımızda hava kararmış her yeri ışıl ışıl buluyoruz. Son olarak Balıklı Göl’e bakıp düşüyoruz Kahramanmaraş yollarına.