6 Kasım 2016 Pazar

ENDONEZYA- Bali Adası


Yine bir tatil kollarını açıp kucakladı bizi bu Hint ellerinde. Hindistan’ın meşhur ışık festivali olarak bilinen Diwali tatilini fırsat bilip düştük yollara. Julia Roberts’ın YE,DUA ET, SEV filmiyle iyice ilgileri üzerine toplayan Endonezya’nın Tanrılar adası olarak da bilinen Bali Adası.
İlk önce Singapur’a oradan Bali’ye geçtik. Biz Hindistan’dan yola çıktık. Ahmedabad – Delhi- Singapur olacak şekilde AirIndıa ile toplam 7 saat gibi bir zamanda ulaştık. Singapur –Bali Arası 2,5 saat olmak üzere kalan yolu AirAsia ile tamamladık. Endonezya Türk vatandaşları için vize uygulamayı yakın bir dönemde kaldırdı. Ama internette konuyla ilgili envaı çeşit bilgi kirliliği olduğu için biz yine hazırlıklı gittik. Uçakta verilen formu doldurup pasaport sırasına doğru yöneldiğimiz zaman karşımıza ilk, Endonezya’nın vize uyguladığı ülkeler panosu karşımıza çıktı, 10 metre sonra ise uygulamadığı ülkeler, Türkiye iki listede vardı kafamız karışık sıraya girdik, bebekle seyahat etmenin en güzel yanı öncelikli geçişleri kullanabilmek, çılgın kalabalıklara el sallayarak hop geçtik pasaport kontrolden.
Herhangi bir vize ücreti de talep edilmedi. Havalimanı çıkışı korsan taksici yuvası gibiydi. Onların ağına düşmeden ön ödemeli taksilerden ayarladık kendimize. Apar topar taksiye atlayıp Kuta Beach yolunu tuttuk.
Hayalimde, havalimanından çıkar çıkmaz mistik bir havanın bizi karşılayacağı fikirleri vardı. Gerçek hiçte öyle olmadı. Bali, bildiğimiz bir şehir olmuştu. Kuta’ya kadar irili ufaklı dükkanlar, evler, oteller yan yana boncuk gibi dizilmişti. Otelimiz Kuta Beach’te The Stones Hotel sahilde pek keyifli pek güzel bir oteldi. Kumsala gitmek için sadece bir cadde geçmeniz gerekiyor. Zaten bütün otellerde aynı şekilde direk geçiş yok.
Bebekle seyahat etmenin yine güzel bir yanı, erken check in imkanı, kucağında bebek olunca açılmayacak kapı yokmuş meğer. Hızlıca odamıza yerleşip koşarak havuza gittik.
Akşama kadar havuzda keyif yapıp gün batımına doğru kumsala geçtik. Bali için sezon Haziran – Ağustos arası geri kalan dönemler yağışlı dönem olarak geçiyor Ocak- Haziran arası yoğun yağış ve sivri sinekli dönem. Daha önce giden arkadaşlarımın hepsi katil sivri sinekler olduğunu söylemiş ve bin bir korunma yöntemlerinden bahsetseler de biz sineksiz dönemde gittiğimiz için hiç bir sorun yaşamadık. Sahilde denize girmek pek mümkün değildi. Bilenler bilir Kuta sörf konusunda dünyanın sayılı plajları arasında. Dalgalar şahane görünüyordu.
Biraz sörfçüleri izleyip otele döndük (keşke o gün ders alsaydık bir daha fırsat olmadı) hazırlanıp akşam yemeği için ve de sonraki günlerimizi planlamak için dışarı çıktık. Kuta bölgesi adanın en haraketli bölgesi alışveriş ve gece hayatının en aktif olduğu yer. Sahile paralel olan Legian Road merkez kabul ediliyor ve bu cadde Seminyak’a kadar uzanıyor. Bir aşağı bir yukarı dolaştık, dalış okullarını aradık ama bulamadık, tur firmalarına baktık, Hard Rock Cafe’ye uğradık.
Derken açlık iyice bastırınca bir Thai Restoranı olan Lemongrass’a oturduk. Bali yemek açısından bir hayal kırıklığı idi. Giderken deniz ürünlerine doyacağız diye düşünürken balık bulmanın bile çok zor olduğunu gördük. Ada, tavuk ve et ürünlerine yönelik bir mutfağa sahipti. Lemongrass’ta Tayland’da tanıştığım ve yemelere doyamadığım Tom Yum Gum söyledim. Hakkını vermişlerdi gerçekten çok lezizdi.
Singapur’dan sonra Bali ucuz geliyor haliyle ama normale bakarsak o kadar da ucuz değildi. Lemongrass’ta otururken, tur şirketlerinde aradığımızı bulmadığımız için, gitmeden bir Türk bloğunda okuyup not aldığım Wayan isimli özel şoföre(+6285738031973) Whatsapp’tan ulaşıp, gitmek istediğimiz lokasyonları belirtip, ne kadar tutacağını falan görüştük. Ertesi gün için günlük 50 usd anlaştık. Ayarlamaları yaptıktan sonra bir bara geçip yerel bira Bintang’tan içtik. Bir de güzel ayak masajı yaptırıp otele döndük. Ayak masajı için şubeleri olan Kimberly Spa oldu tercihimiz. Yarım saati 10 TL .
2. GÜN Wayan ile buluşmak için saat 9.30 olarak belirlemiştik. Kalkıp kahvaltımızı yaptık. Otelin kahvaltısı bence çok başarılı idi. Asya kahvaltılarına alışık olduğumuz için beklentimin çok çok üzerinde çıktı. Taze sıkılmış meyve suları, peynir, zeytin vardı daha ne olsun.
Kahvaltıdan sonra Wayan anlaştığımız gibi otelin önünde hazır bekliyordu. Aracı minivandı o yüzden çok rahat ettik. Yola çıkmadan Latif için dün akşam yerlerinde bulamadığımız dalış okuluna gittik ki önümüzü görelim ona göre program yapalım diye. Ben bu sefer dalış yapamadım ufak bir sağlık engeline takıldım Latif de dönüşümüzden bir gün önce gitmeye karar verdi gerekli ayarlamaları yapıp yola düştük.
İlk olarak batik boyamanın yapıldığı bir atölyeye uğradık. Kök boyalardan yapılan baskıları izledik alış veriş yapmak isterseniz bir showroomları vardı. Batik boya faslından sonra yaklaşık 45 dk’lık yolculuğun ardından meşhur Pirinç Terasları’ndan birisine uğradık.
Bizim gittiğimiz teraslar Jalan Raya Tegalalang olarak geçiyor. Burası aynı zamanda Ubud bölgesi oluyor etraf yemyeşil. Tarlaya isterseniz inebiliyor içinde gezebiliyorsunuz. Ama bizim için fazla riskliydi, toprak yol hem çok dik hem çok kaygandı. Zülce ile risk almak istemedim inebildiğimiz son noktaya kadar inip tekrardan geri döndük. Terasların olduğu alana girdiğinizde kişi başı 10TL gibi bir rakam ödemeniz gerekiyor. Diğer tapınak ve gezip gördüğümüz yerlere de kişi başı 10 TL gibi bir giriş ücreti ödedik. Ücretsiz girdiğimiz bir yer olmadı.
Yeterince inceleyip gezdikten sonra hemen yakınlarda bulunan bir Kopi Luwak Kahvesi üretim tesisine gittik. Bali Pulina Luwak Coffee Center tesisin adı. Hindistan Goa’daki baharat tarlasını andıran bir bahçeydi, girişte bizi görevli bir rehber karşıladı ve tura başladık. Kakao ve bir çok baharatı tanıtıp asıl merakla beklediğimiz Kopi Luwak Kahvesi’nin yapıldığı bölüme geldik.
Kahvenin mazisi biraz kirli olsa da dünyanın en kaliteli kahvesi olduğu konusunda pek iddialılar. Kahvemiz, misk kedilerinin kahve ağaçlarından topladıkları kahve çekirdeklerini yemesi ve daha sonra bunları sindirmeden çıkarması sonucu elde ediliyor. Bir nevi kedi boku ama olayın aslını bu şekilde değerlendirmek büyük haksızlık. Misk kedileri kahve çekirdeklerinin en iyi olanlarını seçip mideye indiriyor ama bunları sindiremiyorlar ve olduğu gibi çıkarıyorlar. Çıkan çekirdekler önce yıkanıyor daha sonra 15 gün güneş ışığı ile kurutuluyor, kurutma işleminin ardından kavrulup kocaman havanlarda öğütülüyorlar. Bildiğimiz üzere bok yediğimiz besinlerin sindirilmiş posasıdır. Bu kahve çekirdekleri sindirilmeden dışarı atılıyor.
Tanıtım işleri bittikten sonra heyecanla kahveyi denemek için tadım bölümüne geçiyoruz. Burada bize 7 çeşit kahve ve çaydan oluşan bir seti kendileri ikram ettiler bu kahvelerin içerisinde Luwak Kahvesi yok eğer onu tatmak istersek fincan başı 12 TL ödememiz gerekiyordu. Hemen siparişleri verdik ve oturmak için kafe bölümüne geçtik. Burası da başka bir Pirinç Terası manzaralıydı. Kahveler ve çaylar geldi.
Tadına baktığım zaman bu zamana kadar içtiğim en kötü içecekler olduğunu düşündüm, en başta hepsi şeker deryasıydı. Onlardan sonra Luwak Kahvesi muhteşem geliyor insana, ama genel olarak değerlendirdiğimde dünyanın en güzel, en kaliteli kahvesi midir tartışılır. Tadım fasılları bitince çıkışa doğru gittik. Çıkmadan kendimize Luwak Kahvesi de almayı ihmal etmedik. Havalimanında da var ama işin membaından almak her zaman daha çok keyif veriyor. Havalimanında fiyatlar 25 usd-50usd arasındaydı. Biz 60gr için 70TL gibi bir rakam ödedik.
Yeni durağımız Kintamani bölgesi Mt. Batur yanardağını görmeye gittik. Yollar mesafeler pek uzundu. Her yer ağaç orman yemyeşil ama her bir köşede yerleşim var ıssız değil hiçbir yer tek katlı tek katlı evler her köşe başı tapınak, tapınak benzeri evler, kapılarda korkunç heykeller, bu heykeller bir nevi nazar boncuğuymuş, kötülük kapıdan girerken korksun kaçsın diye, ayrıca kapısı doğuya bakan evlerin avlularına lak diye girilmiyormuş kapıların hemen ardında minik minik tapınaklar ya sağdan ya soldan giriyorsun mecbur avluya, tam bir görsel şölen neye bakıp neyi takıp edeceğimi şaşırdım, tek kötü yanı yollar hala tek şerit ve adanın bu kalabalık nüfusu göze alınınca trafik tam bir kabus, günümüzün yarısı araçta ve trafikte geçti resmen.
Yanardağı görmek için resmen bir dağın tepesine çıktık öyle ki burada hava sıcaklığı bile değişti buz gibiydi. Buraya da girişte bir ücret ödedik. Şoförümüzün anlaşmalı olduğu bir restorandı burası. Helal yemek satan bir Müslüman restoranı. Restoranın Seyir terası olması büyük avantajdı ve yemek sistemi açık büfeydi, ancak yemeklerin kişi başı 50TL olduğunu yedikten sonra öğrendik. Klasik Müslüman kazığı oldu. Yanardağ halen aktif, en son 1987 yılında patlamış manzaraya bakınca yakıp yıktıklarını hayal etmek hiç zor olmadı
Yemek fasıllarımız bittikten sonra yeni ziyaret noktamız Tirta Empul Tapınağı, burası bir Hindu tapınağıydı. Bali’de Hinduizim yaygın Ganesha Hindistan’da olduğu kadar yaygın görünmese de tapınaklar onun üzerine. Tirta Empul’da kutsal su olarak kabul edilen kaynak suları çıkıyor, Hindular buraya gelip dua edip bu kutsal saydıkları sularda yıkanıyorlar. Bazı turistlerde olayın yolunu yordamını bilmeden, sormadan soruşturmadan bu sulara atlayıp kendilerini kutsuyorlar, ortaya komik görüntülerde çıkıyor haliyle.
Tirta Empul’daki tanrı heykellerini koydukları tahtların üzerinde Müslümanlıktaki Deccal kavramına benzer bir inanışın Hinduizm’de de olduğunu şoförümüz anlatmaya çalıştı.
Buradan çıkıp günün son tapınak ziyareti için Goa Gajah’a gittik. Bütün tapınakların girişlerinde belinize dolamanız için şal veriliyor bunu yapmak mecburi, eğer onların verdiği şalı bağlamak istemezseniz yanınızda bir şal bulundurmalısınız. Goa Gajah büyüleyici bir bahçenin içerisine kurulmuş, uzun bir merdivenden aşağı tapınak bölümüne iniliyor, bahçede kutsal suların olduğu havuz ve hemen gerisinde içerisinde Ganesha heykeli bulunan Elephant Cave dedikleri mağara karşılıyor.
Mağaranın içerisinde hamam böcekleri cirit atıyordu. Zülce ile şöyle bir bakıp çıktık. Daha sonra Budha Temple yazan bölgeye doğru ilerledik. Asıl büyüleyici kısım burada başladı. Yine kat kat merdiven inip yemyeşil bir vadinin ortasına düştük. Bahçenin içinde bilmem kaç yüzyıllık bir ağaç, kökleri dışarda ama hala yemyeşil bizi kucakladı. Temple dedikleri kısımda Budha’nın fotoğrafı ve sizi kazıklamaya çalışan yaşlı rahipler vardı başta konuşamıyor gibi yapsalar da iş bağış kısmına geldiğinde bülbül gibi şakıyorlardı. Bali’de en bayıldığım şey adanın her yerinde her köşesinde karşımıza çıkan Frangipani çiçekleri oldu müthiş güzel koktukları gibi kutsal olan her şeyde kullanılıyordu. Goa Gajah’da inanılmaz yorulduk. Bütün günün yorgunluğu üzerine bir de inip çıkmak çok zordu.
Planladığımız bütün destinasyonlar bittiğine ve gün hala batmadığına göre yemek için Jimbaran Beach’deki restoranlardan birine gittik. Bali’de kumların üzerinde yemek yiyebileceğiniz tek yer burası. Çok şanslıydık gerçekten gün batımına yetiştik. Yemekleri sipariş verdik çok lezzetlilerdi. Yemek esnasında Balili kızlar dans gösterisi yapıyor masa masa gezen çalgıcılar etrafı şenlendiriyordu. Bizim masamıza geldiklerinde ise müthiş bir jest yaptılar Türk olduğumuzu öğrendiklerinde Tarkan’ın şarkısını çaldılar. Jimbaran’da yemekler normal restoranlara göre daha pahalı kalıyor.
Yemekten sonra direk otele geçtik. Çok yorulmuştuk. Meşhur Bali masajı yaptırmadan dönmeyecektik ama nerde yaptıracağımız konusuna karar vermek işin gıcık tarafıydı. Oteller ve dışarısı arasında ciddi fiyat farkı var. Düşünüp taşınıp işi gerçekten profesyonellere bırakmaya karar verdik ve otelin spa merkezi ile görüşüp benim için randevu aldık. Masözler 4 yıllık Masaj okulu mezunuymuşlar otel bu konuyu çok ciddiye alıyormuş diplomasız çalışanları yokmuş. İyi ki de otelden yaptırmaya karar vermişiz yarattıkları mistik ortam verilen para için değer.
Bu arada Dubai seyahatimizden sonra hemen bir Maclaren baston puset aldık. Kangurumuz Boba4G ile müthiş bir kurtarıcı oldular. Bebekle seyahat etmeyi kolaylaştıran en önemli ekipmanlar, bence bu ikisi. Maclaren baston puseti tek elle açıp kapatabiliyor hatta sırta çanta gibi takabiliyorsunuz. Yaklaşık ağırlığı 5kg falan. Boba 4G bebek taşıyıcı ise benim vücudumun bir uzvu oldu desem yeridir. Takıp çıkarmak çok kolay ki bu seyahat esnasında yada günlük hayatta eşlerin olası bir kriz anında hemen değişim sağlayabilmesi, bebeği çıkarması ve yahut müdahale edebilmesi için çok önemli! Boba4G den önce kullandığım kangurudan Zülce’yi tek başıma çıkaramıyordum. Buda seri bir şekilde hareket etmemizi çok engelliyordu. Kullanımı da çok rahat, Zülce ile Hint dansı öğreniyoruz Boba4G sayesinde.
Bunlar olmazsa olmaz mı derseniz benim fikrim olmaz. Bebek arabasının giremediği yerler var. Bütün gün yaptığımız Tapınak ziyaretleri için bebek arabası asla uygun değildi ve kullanmadık. Bebeğin bütün gün desteksiz kucakta gezmesi imkansız 10Kg oldu, can bizimki de. Kısaca bir bebek taşıyıcı-Kanguru ve bir baston pusetle seyahat aynı eskisi gibi devam ediyorsunuz. Bütün gün dağda bayırda bu çocuk ne yedi ne içti kısmı ise Zülce hala emiyor. Bu yüzden çılgın menülere ihtiyacımız olmadı. Çantamda Cicibebe kuru meyve ve muz bir biberon da su vardı. Bunlar onu akşama kadar idare etti akşam da Jimbaran’da leziz balıkları mideye indirdi. Bir dip not daha emziren anneler mutlaka ama mutlaka emzirmeye uygun kıyafet seçmeliler ki beslenme seansları krize dönüşmesin. Zülce bir tek jimbaran’da huysuzluK yaptı. Gün batımı geçip karanlık çökünce, mama sandalyesinde oturmak istemedi. Kucağıma aldım bende öyle devam ettim yemeğe. Büyük olasılık karanlık tedirgin etti onu. Kucakta elbette kolay yemek yenmiyor ama dünyanın sonu değil neticede.
3.GÜN Sabah yine erkenden kalkıp kahvaltımızı ettik. E arkadaş 10 aylık çocuk sizin her istediğiniz saatte uyuyup uyanıyor mu bu nasıl iş derseniz. Hayır uyanmamış oluyor bizim sesimize uyanır gibi oluyor o ara ben onu giydirip emziriyorum tekrar uyuyorsa pusete koyup kahvaltıya gidiyoruz. Yok uyumamışsa yine alıp kahvaltıya gidiyoruz. Oda bu rutine alıştı gezmek dolaşmak çok hoşuna gidiyor.
Kahvaltı sonrası Wayan anlaştığımız üzere kapıdaydı. Wayan’ı rehber olarak tanıtmışlardı ama bir rehber değil. Rehber olarak düşünürseniz büyük hayal kırıklığı yaşarsınız. Bizim böyle bir inancımız yoktu zaten pek de yanıltmadı. Onu sadece İngilizce bilen özel şoför olarak değerlendirmek gerek. Bugün planımızda 3 lokasyon vardı ve bu 3 lokasyon bütün günümüzü yedi, bahsettiğim gibi trafik korkunçtu Bali’de. Yüksek sezonda gelenler nasıl yapıyorlar aklım almadı bir türlü. İlk durak Bali dendiğinde akla gelen Tanah Lot Temple, şu suyun ortasındaki tapınak. Biz sulu dönemde olduğumuz için tapınak denizle çevrili idi.
Dev dalgalar tapınağın olduğu kayaları dövüyordu. Hinduizm’i yaymak için yapılan ilk tapınak olduğu rivayeti var. Buradan sonra artık gerçekten yüzmek için Padang padang plajına gittik.
Burası bizim canım Kaputaj’ımızın çok çok ilkel versiyonuydu. Girişler burada da ücretli idi. Dev gibi kayaların yarığından tek kişilik bir patika yoldan plaja indik. Ben cesaret edip o merdivenlerde Zülce’yi taşıyamadım, hemen eşime pasladım
Aşağısı tarz olarak Olympos’u deniz olarak Ölüdeniz’i andırıyordu. Şezlong yok şemsiye var kiralık. Kuma sermek için teyzeler şal satıyorlardı. Hemen bir tane aldık bir şemsiyenin altına kurulduk. Adadaki tüm bohem gençlik buradaydı. 2 saat takılıp yüzdük. Sonra yine yollara düştük, yukarı çıkarken çakal maymunlar yolumuzu çevirdi. Pekte yüzsüz olmuşlar. Turistler pek yüz verdikleri için onlarda kendilerince haklı maymun neticede kedi köpek değil ki. Biz Hindistan’da yaşadığımız için pek alıştık maymunlara, fillere, ineklere, Tavus kuşlarına o yüzden dikkatimiz cezbelenmiyor.
Sırada heyecanla beklediğimiz Uluwatu Temple ve Keçak Dans gösterisi vardı. Tapınak bir falezin üzerine kurulmuştu. Bir bölümü turistlere kapalıydı, çünkü zamanında taşkınlıkları acı hatıralara sebep olmuş.
Uluwatu tapınağını bu kadar özel kılan Keçak Dans gösterisi. Aslen bir dini ayin olan bu dans, hiçbir enstrüman kullanmadan beden dili ile yapılan bir müzik ile sergileniyor. Gitmeden önce boşa zaman kaybı gibi yorumlar okudum. Ne acı, bir kültürü sıkıcı ve gereksiz olarak yorumlamak. Şov adanın en güney noktasında bir tapınağın içindeki amfi tiyatroda yapılıyor. Başlamadan önce size hikaye, biletle birlikte verilmiş oluyor.
Hinduizm’de pek çok tanrı var. Rama bu tanrılardan bir tanesi. Bizim izlediğimiz gösteride Rama’nın karısının kaçırılma hikayesi ve onu Hanuman(Maymun Tanrı) ile işbirliği ile kurtarışını anlatıyordu. Gün batımında olan bu şov bence inanılmaz etkileyici idi. Karşınızda uçsuz bucaksız okyanus ve gün batımı. Koltuk numarası olmadığı için erken gitmekte fayda var, ilk gelen en iyi yeri alır. Gösteri akşam 18.00’da başlıyor ve 1 saat sürüyor.
Gösteriden sonra otele dönmemiz 20.30’u buldu. Wayan bizi otele bıraktı anlaşmamız üzere günlük 50usd ücretini gezi sonu toplu ödedik. Buralarda en sevdiğim uygulama bu, peşin ödeme yapmıyor oluşumuz. Geldi mi? gitti mi? Kaçtı mı stresi olmuyor. Akşam hayli acıktığımız için otelde yemeğe karar verdik. Yine balık hayali kurarak girdik ama maalesef sadece belirli günler çıkarıyorlarmış. Otelde yemek başarılı bir karar oldu ilk defa sicim gibi yağmur, o akşam yağdı. Biraz havuz başındaki restoranda takılıp odaya geçtik.
4.GÜN Latif sabah 7’de dalışa gitmek için otelden ayrıldı. Dalış okulu gelip onu otelden almışlar. Bizde Zülce ile uyumaya devam ettik bütün gün bizimdi. Kız günü yaptık. Saat 10’da kahvaltıya gittik. Kahvaltıda bana hiç sorun çıkarmadı. Birlikte kahvaltımızı yapıp havuza geçtik. Akşama kadar havuzda takıldık birlikte. Havuz için 3 aylık ve 4 yaş aralığında kullanılan swimtranier kullanıyoruz çokta memnunuz. İlk Hindistan Goa’da kullanmıştık çok rahat ediyor içinde.
4.GÜN Akşama kadar Ana-Kız havuzda keyif yaparken Latif maceradan maceraya koşmuş. Daha 45 dk yol almışlar ki bir kaç araç önlerine dev bir ağaç devrilmiş. 3 dalış olarak anlaştıkları halde sadece iki dalış yapabilmiş çünkü ertesi gün uçuşumuz vardı. Oda planlanandan erken dönmüş otele, dalış aktivitesi isteyenler için Kuta bölgesi doğru bir lokasyon olmadığına kara verdik. Dalış okulları çok ticari idiler. Daha önce bu kadar ticari bir karşılaşmamız olmamıştı. Bir çok dalış noktasına en az 2 yada 3 kişi olmak zorunda diyerek götürmemek için bin bir takla attılar ve götürmediler de, 3 dalış okulu bulmuştuk 3’üde erkenden kapatmıştı onlara ulaşmak bile bir sorundu kısaca, bu arada dalış ücreti 3 dalış için 110usd, dalmak için gelecekseniz buralara dalış okulunuzu önceden belirleyin yada Kuta’yı tercih etmeyin.
Biz Latif döndüğünde, Zülce ile kumsaldaydık. Hem sörfçüleri izledik hem gün batımını birde kumlarla oynadık ki ağzına burnuna her yerine doldurdu. Kuta’da gün batımı hatırı sayılır güzellikteydi ama sanırım Filipinler-Boracay’daki gibi bir gün batımı bir daha göremeyeceğiz. Odaya döndüğümüzde Latif gelmiş ve masaj işlerini falan bitirmişti. Hazırlanıp dışarı çıktık.
Akşam yemek için sağa sola bakınırken Sheraton Otelin afişi gözümüze çarptı. Havuz başında SeaFood gecesi vardı. Nedir ne değildir diye bakmak için girdik. İyi ki de girmişiz çok leziz ve çok eğlenceli bir akşam yemeği geçirdik. Havuz başındaydı yemek açık büfe tamamı deniz ürünleri. İster taze taze ızgara yaptırabiliyorsunuz ister daha önce pişirilmişlerden alabiliyorsunuz. Alkollü ve alkollü içecekler dahil kişi başı 100TL gibi bir rakamdı. Jimbaran’a kıyaslayınca bedava kalıyor. Yemekte Avusturalyalı yaşlı bir grubun keyifli eğlencesine de şahitlik ettik. Ne oynadılar ne dans ettiler.
Yemekten sonra yine düştük sokaklara birkaç hatıra almak istiyordum ben. Bir sörf tahtası ve Dream Catcher aldım. Ne alaka Dream Catcher, Şamanizm’den etkilenen topraklar arasında buralar ve hala bazı inançları görmek mümkün. Adanın her yerinde de bu rüya kapanları satılıyordu. Alışverişten sonra Latif’i geçen akşam birlikte oturduğumuz bara bıraktık Zülce ve ben ayakları ovdurmak için az ilerdeki Kimberly Spa’ya gittik. Son gece kıyağı çekti herkes kendine. Ertesi gün uçağımız erken saatteydi. Sabah uyanıp kahvaltımızı yaptık toparlanıp otelin ayarladığı taksi ile havalimanına gittik. Bir problem olmadan gümrükten geçtik. Havalimanı çok güzel ve keyifliydi içeride Hard Rock Cafe bile vardı. Bir güzel uçağın kalkışını bekledik tam uçağa binerken bebek taşıyıcı Boba4G ‘nin olmadığını fark ettim. Güvenlik son dakika çıkarttırmış o telaşla ben onu orda bırakıp gelmiştim. Ne kadar yerini bile söylesek de yardımcı olamadılar uçak kalkmak üzereydi. Eve gelince de Swimtrainer’ı havuzda unuttuğumu fark ettim. İlk defa bir tatilde eşya kaybetmiş oldum. Son olarak havalimanında aldığımız yüzde yüz Bali üretimi olan şarap almıştık tatlı çıktı bayağı bal kaymak tadında çıktı.

1 yorum:

  1. En çok görmek istediğim yerler arasında, aklıma düştükçe açıp okuyorum yazını :)

    YanıtlaSil