Bahr-i Sefīd, Akdeniz..!!!
Yaz demek; muhabbet, açık havada oturmaya doymak, üşümemek,
sıcaktan bunalmak, isyan etmek, plan yapmak ve en önemlisi deniz, kum, güneş demek.
2012 yazı başladığında biz de başladık bütün bunları yaşamaya. Tatil gerekti, çocukluğumuzda gittiğimiz yerleri yeniden
keşfetmeye karar verip araştırmaya koyulduk. 4 gece 5 gündüz vardı. Adana’dan
çıkıp Kalkan’a kadar gidebiliyorduk, yapılabilecek her şeyin bir listesini
yaptım ve düştük yollara.
1.Gün
Sabah
6’da Adana’dan çıktık. Güneş güzel yüzünü henüz göstermeye başlıyor.
ilk
programımız Antalya sahil yolunu takip edip Antalya’da Manavgat yakınlarında
bulunan Köprülü Kanyon’da rafting yapmaktı. Bunun için daha önceden bazı
firmalarla görüşüp ve Klas Rafting’de karar kıldım. www.klasrafting.com . Yola çıkarken annemlerin bir zamanlar kamp
yaparken kullandıkları kırmızı buzluğu ağzına kadar doldurup arabanın arka
koltuğuna oturttuk. Börekler, çörekler sevgili annemin hünerli ellerinden
hazırlandı. Tam teçhizat çıktık yola.
Virajlarıyla ünlü Antalya yolunu bilenler
vardır mutlaka. Bu meşhur yolun bir yanı dağ diğer yanı uçurum fakat muazzam
deniz manzarası yolculuğa keyif katıyor doğrusu.
Tabi
dönüşte aynı keyfin yerini bitmeyen virajlar alıyor. Elimdeki kıyı haritasından
geçtiğimiz her yeri çizidim: Mersin, Silifke, Aydıncık, Anamur, Gazipaşa,
Alanya derken ve Antalya merkeze yaklaşıyoruz. Manavgat’a yaklaştığımızda
rafting okulunu aradım. Okul Beşkonak köyüne çok yakın. Bizi yolda karşıladılar.
Hiç
zaman kaybetmeden bizi bekleyen İngiliz bir aileyi de alıp çıktık nehre.
Fotoğraf çekmek çok sıkıntılı olduğu için makinemi bıraktım.
Kanyon
kocaman bir ormanın ortasında doğayla iç içe. İlk defa rafting yapıyor olmanın
heyecanından mı bilmiyorum çok eğlendim. Tur sırasında kanyonun içinde kaynağın
çıktığı yere gittik sonrada karpuz yeme molası için başka bir lokasyonda durduk.
2 saatlik turun ardından okulun faaliyet
gösterdiği restauranta geldik.
Tur
programı içerisinde yemek de dâhil, özel tarifleri olan asma yaprağında alabalık
bizim gelişimizle ızgaraya atıldı. Terasta bir güzel yiyip içip dinlendik. İçecek
fiyatları çok makul. Akşam karanlığı çökmeden kalacak yer bulmamız lazım.
Konaklama yerini Side olarak önceden belirlemiştik. Önce biraz turluyor sonra
antik kentin girişinde İstanbul Pansiyonla karşılaştık.
Eşim
hemen pazarlığa koyuldu ve 50 TL’ye odayı tuttuk. Burası bahçesinde hamakların
olduğu tek katlı odalardan oluşan bir yer. Antik kente olan yakınlığından
dolayı bahçesinde sur kalıntıları bile var.
Eşyalarımızı
odaya bırakıp ve Side sokaklarına çıktık. Side’de yerli tatilciler yok denecek
kadar az
Öncelikle
Apollon Tapınağı kalıntılarına gittik. Akşamki görkemi sanırım gündüz yoktur.
Side
sokakları kalabalık, her yer turist kaynıyor
İçkilerimizi alıp pansiyonumuza dönüp, kırmızı buzluğu
tüketmeye devam ettik.
2.Gün
Sabah erkenden kalkıp ve bir şeyler atıştırdıktan
sonra Side Antik şehrin yolunu tuttuk.
Apollon Tapınağı dışında her yer ücretli. Müze kart şart. Side Müzesi
çok keyifli içerde iskeletler, güneş saati ve birçok tarihi eser sapa sağlam
karşınızda duruyordu.
Sanırım Türkiye’deki, aktif yaşamın devam
ettiği tek antik kent Side. Tarihi kalıntılar ve yaşam iç içe.
Side
ziyaretimiz bittikten sonra Manavgat Şelalesine gittik. Şelale özel bir kurumun
elinde girişinde müze kart geçerli değil. Biletlerimizi alıp şelalenin yolunu
tuttuk.
Yaz
mevsimi olmasına rağmen sular gürül gürül. Etraf incik, boncuk ve bilumum
aksesuar satan esnafla dolu. Biraz göz attık biz de. Side’ye nazaran fiyatlar
daha makul. Manavgat ziyaretimizin sonunda Antalya yoluna düştük, yeni
durağımız Meşhur Aspendos Tiyatrosu, Serik ilçesi ve Antalya arasındaki
karayolunda, küçük bir levha ile yol ayrımı belirtiliyor çok dikkatli olmanız
lazım.
Aspendos,
tüm ihtişamıyla karşımızda. Giriş ücretli, müze kart geçerli.
Anadolu
Ateşi’nin bazı özel gösterileri halen burada gösterilmekteymiş. Üzüleyim mi
sevineyim mi bilemedim. Tiyatronun içerisinde dönem kostümleri giymiş bazı
çalışanlar ziyaretçilerle fotoğraf çektirmek için hazır bulunuyorlar.
Aspendos
müthiş, her köşesini gezdik.
Çıkışta Antalya’nın Lara semtindeki kum festivaline gitmek istiyoruz ama
Antalya’nın iğrenç trafiği ve şehir karmaşasından üzerimizdeki huzuru alıp yerini
gerginliğe bırakmaya başladı. Şehir içindeki yön tabelaları eksik, gitmek
istediğiniz yeri bulmak işkence. Daha fazla uğraşmak istemiyoruz ve kum
festivalinden vazgeçip biran önce Antalya şehir merkezinden kaçtık. Yeni
durağımız Kemer. Kemer sahilde aracımızı park edip dolaşmaya başladık.
Sahilde
tedavi için kullanılan masaj balıkları var. Elimi sokmamla balıkların üşüşmesi
bir oldu.
Aklımda
kalanlardan biriside bir gözleme için teyzemizin 7 TL istemesi. Kemer ‘deki
turumuzu tamamlayıp çocukluğumda hayal meyal hatırladığım Çıralı ’da Yanartaş
bölgesini görmeye gittik.
Çıralı
çok güzel pansiyonların olduğu yeşillikler içinde bir bölge. Yanartaş küçük bir
kafe tarafından işletiliyor. Cüzi bir miktar karşılığı bilet kesiyorlar.
Taşları görmek için tırmanışa başladık. Yukarı
çıktığımızdaki manzara muazzam.
kayaların
arasından çıkan gazlardan dolayı buradaki ateşler hiç sönmüyor.
Ormanın
ortasındaki bu bölge insanı büyülüyor. Taşların yanında biraz dinlendikten
sonra yeni durağımıza gitmek için hareket ettik.
Olympos, tarihle yeşilin bir
arada olduğu, etrafta bungalov evlerin bulunduğu bir doğa harikası. Giriş
ücretli, müze kart geçerli.
Olympos’ta
dolaştıktan sonra karar vermeye çalışıyoruz konaklamak için Demre’ye mi
gitmeli? Yoksa bu doğa harikasında mı kalmalı? Devam etmeye karar veriyoruz
fakat bizi neyin beklediğini hiç bilmiyorduk. Akşamın karanlığı çöktüğü için Olympos – Demre
yolu korku filmlerini andırıyor. Kocaman kamyonlar virajları alırken korkutucu
anlar yaşatıyor.
Demre’ye geldiğimizde önce yanlış yolda olduğumuzu başka bir
yere geldiğimizi düşünüyoruz fakat sonra anladık ki Demre bir tatil
kasabasından çok uzak ilçe denilebilecek kadar gelişmemiş, köy demekten ise
biraz daha gelişmiş kısaca çok arada kalmış köhne bir yer. Oysa ki hayallerimdeki
Demre çok farklıydı çünkü tarihi ve doğal güzellik olarak inanılmaz bir bölge
nasıl olurda gelişime bu kadar kapalı olur. Kalacak yer bulmak için bir petrol
istasyonuna yanaştık, birileri bizi bir adrese yönlendiriyor ve el mahkûm
gittik. Bu geceyi Demre’de geçirip sabah
erkenden Kekova turlarına katılmamız ve Myra Antik Kenti ile Noel Baba
kilisesini ziyaret etmemiz gerek. Oteli
buluyoruz, çok köhne bir otel olmasına rağmen çalışanları çok sıcakkanlı sabah
tekne turlarını nasıl buluruz diye personele danışırken otelin sahibi gelip
yanımıza ve bizi Sermet Kaptan’la tanıştırdı. Açlık iyice bastırdığı için
otelin yanında ki bir restauranta gidip karnımızı doyurduk. Otel odasında ki
yerel dergileri karıştırırken Demre halkının, ilçenin değişmesini istemediği
için turizme yatırımı desteklemediğine dair haberler okudum ve çok şaşırdım.
3.Gün
Sabah erkenden
uyanıp limana gidip Sermet Kaptanı bulduk.
Limanda
birçok tekne var, kooperatifler günlük tur kafilelerini kafalarına göre
teknelere yerleştiriyor.
Biz
yaklaşık 1 saat bekleyip, Sermet Kaptan’la
muhabbet ettik. Söylediğine göre yıllardır Demre böyle. Yılda yanlış
hatırlamıyorsam 650bin turistin ziyaret ettiği bu küçük ilçeye kesinlikle yatırım yapılmıyor. Sebebinin de halk ve şehrin bazı zengin
ailelerinin olduğunu söyledi. Özellikle Ruslar her yaz akın akın Demre’ye
geliyorlar. Noel Baba Kilisesi olarak geçen mekan onlar için kutsal, onlar için
buraya gelmek bir nevi hac görevi. Servet
Kaptan daha fazla zaman kaybetmememiz için bizi başka bir tekne ile tura
çıkarttı.
Batık
şehir Kekova müthiş, Simena sahilinin yanından geçtik, lüks tekneler bu güzel
limana yanaşıp tatile biraz burada devam ediyorlarmış.
Bizim teknedeki diğer misafirler Rus, bu
nedenle anlattığı hiçbir seyi anlamadık ama gitmeden yaptığımız araştırmalarda yüzyıllar
önce yaşanan bir depremin ardından şehrin sular altında kaldığını
biliyorduk.
Teknenin
yemek yemek isteyenler içinde özel servisleri var.
Turun
ardından Noel Baba Kilisesi’nin yolunu tuttuk. Bir sürü Rus kafile ile içeriye
girdik.
Bazı
turistleri, gizli gizli yerlere bir şeyler gömmeye çalışırken gördük. Sanırım
onlar için bu davranış, bir dilek belki de bir nevi adak.
Aziz Nikolas için anlatılan efsanelerden birisi, dönemin seçkin ailelerinden birinin iflas etmesi sonucu kızlarına çeyiz yapamaz duruma gelmiştir, onurlarını kırmadan yardım etmenin tek yolu, gece çatıdan altın keseleri atmak olduğunu düşünür, böylece kızların evliliklerine yardımcı olur.
Noel
Baba Kilisesi’nden çıkıp yine Demre merkezde olan Antik Şehir Myra’ya gittik.
Burası kayaların oyularak yapılmış bir baş yapıt bence, çok beğendim
Demre’
de işimiz bitince düştük Kaş yollarına. Kaş’a ulaşır ulaşmaz kendimizi Büyük
Çakıl plajına attık. Burada denize biraz olsun doyduktan sonra plaj
çalışanlarının tavsiye ettiği Antifelos Pansiyon’a gittik.
Gecelik 100TL.
Pansiyon havasından çok butik otelleri andıran bu güzel yeri bulunca hiç vakit
kaybetmeden yerleştik. Odada küçük bir balkon var, manzarası Meis (Kaş’a en yakın Yunan Adası), bize göz kırpıyor.
Hemen
üzerimizi değişip Kaş sokaklarına attık kendimizi.
Önce
yemek yemek için sahildeki Teras Restaurant’a oturduk.
Kalamar ızgarayı menüde
görünce hemen sipariş ettik. Daha önce hiç denemediğimiz için bir porsiyon
söylüyor ve masayı çoğu zaman yaptığımız gibi sadece mezelerle donatıyoruz.
Ana
yemek yok.
Yemekten
sonra eşimin dalış yapabileceği okulları dolaşmaya başladık. Ertesi sabah için
Dragoma dalış okulu ile anlaşıp sahildeki Goirgios Bar’da oturduk. Dalış bröve sahipleri için 50TL, discover(deneme) dalışları
için 60 TL. Kaş’ın bu sıcak ve samimi havası bizi çok etkiledi o gece Kalkan
yolculuğunu bir sonraki
seneye bırakıp son gecemizi de Kaş’ta geçirmeye karar
verdik.
4.Gün
Antifellos'ta kahvalt,ı hem lezzeti hem de manzarası nedeni ile şahane doğrusu.
Dalışımız öğleden sonra olacağı için bugün denizin tadını
doya doya çıkaralım dedik. Önce pansiyona çok yakın olan Küçük Çakıl Plajına
gittik ama Büyük Çakıl’daki ferahlığı bulamadığımız için arabaya atlayıp Büyük
Çakıl plajına döndük.
Biraz yüzüp biraz güneşlendikten sonra öğleden
sonraki dalış için Dragoma dalış okuluna gittik. Ben deneme dalışı yapacağım için
kısa bir eğitimden geçtim ve tekneye gittik. Kaş’ta olmanın avantajından olsa
gerek, müşteri memnuniyeti pek önemli değil bu okul için. Nede olsa Türkiye’nin
dalış açısından en önemli noktasındalar ve müşteri her zaman var. Bu zamana
kadar çok farklı noktalarda 7 den fazla deneme dalışı yapmama rağmen büyük
heyecanla beklediğim Kaş dalışı tam bir fiyaskoya döndü. Eşim yıldızlı dalıcı,
dalış sonu onunla konuştuğumuzda da aynı fikirde olduğunu gördüm.
Seçtikleri
dalış bölgesi sanırım Kaş’ın en kötü bölgesiydi. Sualtında çayırı çimeni araba lastiklerini
görüp döndüm. Dalış sonrası otele dönüp
biraz dinlenip düşüyoruz yine Kaş’ın güzel sokaklarına akşam yemeği için bu kez
yine sahildeki Kaş Restaurantı’ seçtik.
Yine
ana yemek olmadan mezelerle donattık masayı, fakat bu sefer Kalamar tava söyledik.
Ama nerde yersek yiyelim İstanbul ‘da Nevizade’dekiler kadar lezzetli olamıyor.
Yemek sonrası yine Goirgios Bar’da oturduk. Yan masamızda İtalyan bir turistin
Pedro isimli köpeğini sevmekten kendimizi alamadık.
Son
zamanlarda gördüğüm en zeki köpeklerdendi. O kadar kalabalığın ve gürültünün
içinde sakince oturuyor ve arada şımarıklık yapıyordu.
Ertesi sabah yolumuz çok uzun olduğu için çok uzatmadan
otele döndük.
5.Gün
Meis adasına karşı muazzam bir kahvaltının ardından
bir sonraki senede gelmek gerek diyerek otelden ayrıldık.
Limandaki buzcudan buzluğumuzu buzluyor, marketten de
takviyeleri tamamlayıp dönüş yoluna geçtik. Yorgunluk hat safhada gelirken
manzarasına vurulduğumuz yollar dönüşte eziyete çevrilse de yine keyif alıyoruz.
Anamur yakınlarından evdekilere muz almayı da ihmal etmedik.